Avrupalılar bu maddeci hayatın yıkıcı prensiplerini ve öldürücü tohumlarını kötü talihlerinin kendilerini Avrupalıların eline düşürdüğü ve ellerinin uzandığı bütün İslam ülkelerine yaymaya çalıştılar. Öte yandan düzen sağlayıcı unsurları, kuvvet kazandıran yolları, ilim, kültür ve sanayiyi, velhasıl faydalı tüm metodları bu milletlerden gizlediler.Açtıkları bu sosyal savaşta milletlerinin tüm siyasi dehalarını ve askeri uzmanlarını görevlendirdiler. Tabiatıyla nihayet arzuladıklarını gerçekleştirdiler.
Müslüman ülkelerdeki önde gelen şahsiyetleri, kendilerinden borç almaya ve kendileriyle birlikte çalışmaya ikna ettiler. Borç bulma yollarını onlara kolaylaştırdılar ve bu işin getireceği sonuçları onun gözüne önemsiz gösterdiler. Böylelikle borç verdikleri ülkeye ekonomik müdahale hakkına sahib oldular. Sahibi oldukları paralar, bankalar ve şirketler aracılığıyla bu ülkelere daldılar. Ekonomik hayatın çarkını diledikleri gibi çevirmeye başladılar. Yerli ahaliye hiç bir pay vermeksizin aşırı karlar ve korkunç servetler elde ettiler.
Bunun ardından idare, yargı ve eğitim sisteminin temel prensiplerini değiştirme imkanı buldular. Tüm İslam ülkelerindeki siyasi, kanuni ve kültürel hayatı bizzat kendi renkleriyle boyadılar. Yarı giyinik çıplak kadınlarını, içkilerini, tiyatrolarını, danslarını, eğlencelerini, hikayelerini, gazetelerini, romanlarını, masallarını, iğrenç ve delice tüm adetlerini bu ülkelere soktular. Kendi ülkelerinde serbest bırakmadıkları suçları burada serbest bıraktılar. Bu iğrenç gürültüleri, günaha çağıran ve fesatla dolup taşan bu hayatı aldatılmış zengin müslümanların ve idarede söz sahibi olan kişilerin gözlerine hoş gösterdiler.
Onlar bununla da yetinmediler. İslam ülkelerinin bağrında, müslümanların çocuklarının kalbine şüphe ve dinsizlik eken kolejler, sosyal ve fen fakülteleri açtılar. Onlara, kendilerini nasıl küçümseyeceklerini, dinlerine ve vatanlarına nasıl hakaret edeceklerini, kendi öz kültür ve inançlarından nasıl kopacaklarını, batılı olan her şeye nasıl hayran olacaklarını ve Avrupalılarda görülen herhangi bir hareketin bu hayatta uyulması gereken en üstün örnek olduğuna nasıl inanacaklarını öğrettiler. Bu okullar yalnızca üst tabakanın çocuklarıyla meşgul oldu ve onların üzerinde ısrarla durdu. Bu tabaka hakim ve idareci tabakaydı. Kısa bir zaman sonra da bu ümmetin ve milletlerin işlerinin idaresini onların çocukları ele alacaktı. Bu okullar, çocukların tam anlamıyla istedikleri kalıba bürünmesini sağlamadığında ise onları Avrupaya yollayarak eksiklerini tamamlattılar.
Bu sistemli ve korkunç sosyal savaş son derece büyük bir başarıyla sonuçlandı. Bu savaş izleri nefisleri bağımlı kılan, kalplere yapışan, ömrü uzun ve izleri derin bir savaştı. İşte bu nedenle bu tip savaş askeri savaştan da siyasi savaştan da kat kat daha tehlikeliydi.
İslam ülkelerinden bazılarında bu Avrupa medeniyyetine olan hayranlık öylesine arttı ve üzerlerindeki İslami izlere olan nefret öylesine çoğaldı ki onlardan birisi İslam devleti olmadığını ilan etti. Her alanda Avrupa devletlerine tabi olmaya başladı.
Afgan meliki Emanullah Han bu uğurda öylesine gayret gösterdi ki, nihayet bu iğrenç çabaları tahtının yıkılmasına yol açtı.Bu taklitçi ruh Mısırda öylesine çoğaldı ki nihayet Mısırlı idarecilerden birisi: "İlerleyebilmek için, hayrıyla, şerriyle, tatlısıyla, acısıyla, sevdiğiyle, nefret ettiğiyle, hoş taraflarıyla ve ayıplarıyla bu Avrupa medeniyyetinin tüm yönlerini taklid etmekten başka çıkar yol yoktur." diyebilecek kadar ileri gitti.
Bu ruh, sürat ve kuvvetle Mısırdan harekete geçti, çevresindeki ülkeleri hep etkisi altına aldı, tâ Fas'a kadar uzandı. Bununla da kalmadı, mukaddes ilkelerin anavatanı olan Hicazı dört bir yandan kuşattı.
Bu maddeci medeniyyetin tesirine ve maddenin yıkıcı etkilerine göre İslam ülkelerini üç kısma ayırmamız mümkündür.
1. Avrupa medeniyyetinin tesirinin olabileceği en son noktaya geldiği, kalplere ve duygulara yerleştiği, kanunlara olduğu gibi sosyal yaşama da yayıldığı ülkeler. Türkiye ve Mısır bunlardandır. Bu ülkelerde İslami fikrin son kırıntıları da sosyal hayatın tüm alanlarından uzaklaştırıldılar. İslami fikir, mescidlerin, zaviyelerin, tekke ve zikir meclislerinin köşelerine sürüldü.
2. Avrupa medeniyyetinin kanunlarını ve resmi çevrelerini etkilediği, ancak insanlarının kalbine erişemediği ülkeler. İran, Fas ve diğer Kuzey Afrika ülkeleri gibi.
3. Avrupa medeniyyetinin seçkin bir zümreden ve idarecilerden başka kimseyi etkilemediği, halk tabanında destek bulamadığı ülkeler. Suriye, İrak, Hicaz, Arap yarımadasındaki bazı emirlikler ve diğer İslam ülkeleri...
Bununla beraber dalga şu ana kadar ulaşamadığı kişi, sınıf ve toplumlara doğru yıldırım hızıyla ilerlemektedir. İslamın düşmanları müslümanların önde gelenlerini aldatmaya, onların gözlerinin önüne İslami olduğundan başka, akaid, ibadet ve ahlaktan ibaret, sihirbazlık, hurafecilik ve saçma sapan şeylerle dolu bir din olarak gösterecek sahte perdeler indirdiler.
Müslümanların bilgisizlikleri bu aldatmacaların başarılı olmasına yardım etti. Müslümanlar dinlerinin hakikatini bilmiyorlardı. Bu nedenle bir çoğu batılıların getirdiği dinleri hakkındaki bu tasviri kabul ettiler ve bu düşünceyi gönül rahatlığıyla benimsediler.
Bu durumları uzun süre devam etti. İçlerinden birisinin İslamın mükemmel bir sosyal hayat düzeni olduğunu ve hayatın tüm problemlerine çözümler getirdiğini anlaması için uzun zamanlar geçmesi gerekti.
Bütün bu alanlardan sonra diyebiliriz ki batı medeniyyeti maddeci ilkeleriyle İslamın ruh ve maddeyi bir arada değerlendiren ilkelerine karşı bizzat kendi topraklarında açtığı sosyal savaşta son derece başarılı olmuştur. Bu savaşta, siyasi ve askeri alanlarda başarılı oldukları gibi müslümanların nefisleri, ruhları, akaidleri ve akılları alanında da başarılı olmuşlardır. Bu durum bizi şaşkınlığa düşürmektedir. Çünkü hayatın alanları birbirinden ayrılmazlar. Birinde güçlü olan her alanda güçlü olur. Birinde zayıf düşen ise her alanda zayıf düşer.
"Biz bu (zafer ve yenilgi) günlerini insanlar arasında (sırayla) değiştiririz." (Ali İmran, 3/140)
İslamın prensip ve öğretileri, bugüne dek hayırlarla dolu, hayatın en cazibeli sistemi ve insanlığı güzellik ve çekiciliğiyle hayran kılacak görünümünü nasıl korumuşsa bu günden sonra da koruyacaktır. Çünkü o hak sistemdir. İnsani hayat o olmaksızın dengeli ve olgun bir şekilde asla kurulamıyacaktır. Çünkü bu sistem Allah’ın eseridir ve O'nun korumasındadır.
"Bu zikri (uyarıyı, sistemi, Kuranı) biz indirdik ve onu biz koruyacağız." (Hicr, 15/9)
"İnkar edenlerin hoşuna gitmese de Allah nurunu mutlaka tamamlayacaktır." (Tevbe, 9/32)
Düşmanların siyasi saldırıları, nasıl ki milli duyguların uyanışını sağlamışsa sosyal saldırılar da İslami fikrin yeniden canlanmasını sağlamıştır. Her taraftan İslama dönmeyi isteyen, İslamın hükümlerini öğrenmeyi ve tatbik etmeyi arzulayan sesler yükselmektedir.
Bu maddeci medeniyyetin bizzat kurucularının başına yıkılacağı günler pek yakındır. O zaman bu insanlar ruhi açlığın acısını iyice hissedecekler, bu acı kalplerini ve ruhlarını yakacak, bu açlığı giderecek gıda ve şifayı bu kitabın ilkelerinden başka yerde bulamayacaklar.
"Ey insanlar size, kalbinizdeki (hastalıkların tedavisi) için Rabbinizden bir öğüt, bir hidayet kaynağı ve müminler için bir rahmet geldi."
"Deki: (Ey Resulüm) bu Allah (c.c.)'ın bir ikramı ve rahmetidir. Müminler bununla sevinsinler. Bu onların (diğer insanların) topladıklarından daha hayırlıdır." (Yunus, 10/57-58)
|